9 Eylül 2013 Pazartesi

MEME KANSERİ İLE İLGİLİ BİLMEK İSTEDİĞİNİZ HER ŞEY !

  Yaşamı boyunca kadının memesinde bir sertlik fark etmesi ya da ağrı gelişmesi sık rastlan bir durumdur. Memede fark edilen sertliklerin, kitlelerin ve değişikliklerin büyük bir çoğunluğu kanser değildir. Eğer kanserse bile meme kanseri, en kolay taranabilen ve erken teşhisi hayat kurtaran bir kanser türüdür.
MEME KANSERİ NEDİR ? 
Meme, süt bezleri ve burada üretilen sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşur. Bu süt bezleri ve kanalları döşeyen hücrelerin, yukarıda tanımladığımız şekilde, kontrol dışı olarak çoğalmaları ve vücudun çeşitli yerlerine giderek çoğalmaya devam etmelerine meme kanseri denir. 

MEME KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NEDİR ? 
Bazı özellikleri taşıyan kadınlarda, meme kanserinin daha sık görüldüğünü biliyoruz. Bu özelliklere risk faktörleri diyoruz. Bu risk faktörlerini taşıyan kişilerin mutlaka meme kanserine yakalanacakları söylenemez. Sadece, bu faktörleri taşımayanlara göre, daha fazla meme kanserine yakalanma olasılıkları olduğunu biliyoruz. Bu faktörleri taşımayan kişiler de meme kanserine yakalanabilirler. Meme kanserine yakalanan kadınların yarısı, bu risk faktörlerini hiç taşımamaktadır. Bu nedenle, risk faktörlerinin taşımayan kişiler de olağan kontrollerini yaptırmalıdırlar. 

Meme kanserine yakalanma riskini artıran faktörleri kısaca şu şekilde sayabiliriz; 
Yaş: İleri yaş önemli bir risk faktörüdür. Yeni meme kanseri tanısı konan kadınların % 70’i, 50 yaş üzerindedir. Diğer bir deyimle, yaşı 50 yaş üzerinde olan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı, yaşı 50 yaşın altında olan kadınlardan 4 kat daha fazladır. Bu nedenle, 50 yaş üzerindeki her kadın, mutlaka yılda bir defa hekime baş vurarak muayene olmalı ve mamografi dediğimiz meme filmini çektirmelidir. 
Kişisel meme kanseri hikayesi: Daha önce meme kanseri geçirmiş ve tedavi olmuş kadınlarda, diğer memede kansere gelişme olasılığı normal kadınlara göre 3-4 kat daha fazladır. 
Ailede meme kanseri hikayesi: Aile yakınları arasında meme kanserine yakalanmış kadınların, meme kanserine yakalanma olasılığı, diğer kadınlara göre daha fazladır. Örneğin, kız kardeşi veya annesi meme kanserine yakalanan bir kadının, meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlardan 2- 5 kat daha fazladır. Bu kadınlar daha sık ve dikkatli izlenmelidir. Bu şekilde sorunları olan kadınlar, meme kanseri genetik danışmanlığının yapıldığı kliniklere baş vurarak risklerini hesaplattırmaları gerekir. Eğer aile geçiş riski yüksek bulunursa, genetik testi yaptırmalıdırlar. Vakfımız polikliniğinde bu hizmet verilmektedir. 
Daha önce meme biopsisi yapılmış olması: Memede bir kitle nedeni ile biopsi yapılmış ve iyi huylu bir tümör saptanmış olabilir. Bazı kanser olmayan iyi huylu tümörlerin bulunması, kanser gelişme riskini değişik oranlarda artırabilmektedir. Bu, tümörün hücresel yapısına göre değişir. Örneğin, yapılan bir biopside, çıkartılan kitlenin patolojik incelemesi sonucu atipik hiperplazi tanısı konmuş kadınlarda ( bu tamamen iyi huylu bir tümördür), meme kanseri gelişme oranı normal kadınlara göre daha fazladır. 
Fertil çağ süresi: Adet görmeye erken başlanması, menepoza geç girilmesi, fertil cağı uzatmaktadır. Bu sırada kadın daha uzun süre östrojen hormonu etkisi altında kalmakta, meme kanseri gelişme riski artmaktadır. Erken menopoza giren kadınlarda hormon tedavisi yapılmıyor ise, meme kanseri riski önemli ölçüde azalmaktadır. Elli yaşından sonra adet görmeye devam eden kadınlarda, meme kanserine yakalanma riski az da olsa artmaktadır. 
Doğurganlık hikayesi: İlk çocuğu doğurma yaşı önemlidir. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı 20 yaşından önce doğuranlara göre 2 kat fazladır. Hiç çocuk doğurmayan kadınlarda risk hafif yükselmektedir 
Sosyoekonomik seviyenin yüksekliği: Varlıklı, sosyoekonomik düzeyi yüksek olan kadınlarda, meme kanseri görülme oranı daha fazladır. Bu ailelerin kızları daha iyi beslendikleri için daha erken gelişmekte ve erken yaşta adet görmeye başlamaktadır. Ayrıca bu çocuklar büyüdükleri zaman eğitim ve iş nedeni ile daha geç evlenmekte ve daha geç çocuk sahibi olmaktadırlar. Bu nedenlere bağlı olarak fertil çağın erken başlaması, geç doğurma gibi nedenler sebep olarak sayılabilir. Ayrıca bunların dışında başka faktörler de rol almaktadır. 
Östrojen hormonu tedavisi görenler: Menopoz nedeni ile uzun süre östrojen tedavisi ( 10 yıldan fazla) gören kadınlarda, meme kanseri oranı artmaktadır. Fakat, hormon tedavisi almayan kadınlarda da, kalp hastalıklarında ve osteoporoz gibi sorunlarda artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, menopoz yakınmalarının azaltılması amacı ile, östrojen verilmesi önerilebilir fakat, mutlaka bir hekim kontrolu altında yapılmalıdır. 
Doğum kontrol hapı kullanılması: Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte hafif bir risk artışı olduğu ileri sürülmektedir. On yıl önce doğum kontrol hapını bırakmış olan kadınlarda ise, bu risk tamamen ortadan kalkmaktadır. 
Alkol kullanılması: Fazla alkol alan kadınlarda, almayan kadınlara göre risk nispeten artmaktadır. Günde 3 bardak yüksek dereceli alkol içen bir kadının meme kanserine yakalanma riski, hiç içmeyen kadına göre 2 kat daha fazladır. Alkol alımının günde bir kadeh ile sınırlandırılması önerilmektedir. 
Sigara: Sigaranın kesin bir etkisi gösterilememiştir. Fakat, genel sağlığı etkilediğinden dolayı bırakılması önerilmektedir. Şişmanlık ve yağlı beslenme: Bazı çalışmalarda şişmanlığın, özellikle 50 yaş üzerindeki kadınlarda meme kanserine yakalanma riskini artırdığı gözlenmiştir. Özellikle, doymuş yağların fazla bulunduğu yağlı et gibi yemekler ve yağlı süt ürünlerinin fazla alınmasının bu riski artırdığı ileri sürülmüştür.
MEME KANSERİ RİSKİ AZALTILABİLİR Mİ ? 
Egzersiz: Yoğun egzersiz ve jimnastik yapan kadınlarda meme kanseri riskinin azaldığı gözlenmiştir. Bu nedenle, tüm kadınlara önerilmektedir. Beslenme:Meme kanseri ile beslenmenin önemli ilişkisi vardır. Sebze ve meyveden zengin beslenme, ağır yağlı yiyeceklerden uzak durulması önerilmektedir. Günlük gıda alımına C vitamini, betakaroten gibi antioksidanların eklenmesinin koruyucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir. 
Kısaca,
* şişmanlığın azaltılması, 
* alkol alınıyorsa bırakılması. 
* Hafif egzersiz yapılması(haftada 4 saat tempolu yürüyüş), 
* Sebze ve meyvenin bol tüketilmesi, 
gibi basit önlemler ile meme kanseri riski % 30-40 oranında azaltılabilmektedir. 

MEME KANSERİ ÖNLENEBİLİR Mİ ? 
Henüz meme kanserini kesin önleyen bir yöntem henüz yoktur. Günümüzde bilinen tek yöntem, erken tanıdır. Erken tanı sayesinde, meme kanserinin getirdiği sorunlar büyük oranda çözülebilmektedir. Bu sayede hastalığın toplumda yaptığı hasar en aza indirilebilir, yaşam süresi ve kalitesi önemli ölçüde arttırılabilir. 
Erken teşhis için bilinen en iyi ve etkili çözüm, kadınların risk durumlarına göre belirlenmiş olan muayene ve tetkik protokollarının uygulamasıdır.

MEME KANSERİ NASIL ERKEN TESPİT EDİLEBİLİR ? 
Meme kanserinde erken teşhis yöntemleri, hastanın taşıdığı risk faktörlerine göre değişmektedir. Bu risk faktörlerinin arasında en başta yaş gelmektedir. Daha genç yaşlarda ortaya çıkabilmesine rağmen, ilerleyen yaş gruplarında bu risk artmaktadır. Bu nedenle ilerleyen yaş gruplarında erken teşhis için alınması gereken önlemler, daha erken yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir. 
Yirmi yaş üzerindeki kadınlar, her ayın belirli bir döneminde kendi kendilerini muayene etmelidirler. Bu muayene sırasında meme dokusunda farklılık olup olmadığı araştırılır. Eğer bir değişiklik tespit edilirse derhal bir hekime baş vurulmalıdır. Bir değişiklik saptanmasa bile, üç yılda bir kez hekim tarafından muayene edilmelidirler. 
Kırk yaşına gelen kadınların, kendi yaptıkları periyodik muayeneye ek olarak her yıl bir kez hekim tarafından muayene edilmeleri gereklidir. Ayrıca her yıl veya iki yıl ara ile mamogrofiyi çektirmeleri gereklidir. 
Elli yaşından sonra, kadınlar kendilerinin periyodik muayenelerine ve her yıl bir defa hekim muayenesine devam etmeli ve mamografi dediğimiz meme filmini her yıl çektirmelidir. 
KADINLAR KENDİLERİNİ NASIL MUAYENE ETMELİDİR ? 
Erken teşhis için her kadının ayın belirli bir günü kendisini muayene etmesi gerekir. Her ay düzenli olarak kendisini muayene eden bir kadın, memesinde ortaya çıkan bir kitleyi çok daha erken fark eder. 
Kadınlara kendilerini muayene etmesini öğreten çeşitli kitap ve broşürler var. Fakat bu çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Meme muayenesini öğreten silikon meme kiti ve video filmleri bulunmaktadır. Vakfımızda meme muayenesi eğitimi, bu araçlar ile seminerler şeklinde verilmektedir. 

MUAYENE SIRASINDA FARK EDİLEBİLECEK DEĞİŞİKLİKLER NELERDİR? 
Aşağıda değişiklikler fark edildiğinde, gecikmeden bir hekime baş vurulmalıdır: 
* Memede iki haftadan uzun süre ele gelen sertlik veya kitle,
* Meme derisinde kalınlaşma, şişme, renk değişikliği, 
* Meme başında kalınlaşma, kızarıklık veya yara olması, 
* Memede veya meme başında içeri doğru çekinti olması, 
* Memenin şeklinde değişiklik, 
* Meme başlarının pozisyonlarında değişiklik, 
* Meme başında ortaya çıkan akıntı. 

MAMOGRAFİ NEDİR ? 
Mamografi, düşük dozda çekilen bir meme rontgen filmidir. Memede, muayene ile saptanamayacak kadar küçük anormalliklerin tespit edilmesi amacı ile çekilir. Mamografinin gerçek değeri budur. Çünkü, bu sayede, hastalık muayene ile tespit edilebilecek safhadan önce saptanır. Bu nedenle kesin hayat kurtarıcıdır. Kırk yaşını geçen kadınlar her yıl veya iki yılda bir mamografi çektirmeli ve her yıl uzman bir hekime meme muayenesi olmalıdır. Elli yaşını geçen kadınlar ise her yıl mamografi çektirmeli ve hekime muayene olmalıdır. 

MAMOGRAFİ NE ZAMAN ÇEKTİRİLİR ? 
Mamografi çekilirken meme, iki tabaka arasında birkaç saniye hafifçe sıkıştırılır. Bu nedenle memelerin en az hassas olduğu zamanda mamografi çekilmesi, özellikle memeleri hassas kadınlara önerilmektedir. Adet bitimini takip eden hafta, memelerin hassasiyetinin en az olduğu zamandır. Ayrıca adet bitimini takip eden hafta, hormonal nedenlerle memelerin şişliği en alt düzeydedir ve bu sırada daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Bu sebeplerden dolayı herhangi özel bir durum olmadıkça, mamografi çekiminin, adetin bitimini takip eden haftada yapılması önerilmektedir. 

MAMOGRAFİ ÇEKTİRMEYE GİDERKEN NELERE DİKKAT ETMELİ ? 
Mamografi çekilirken belden yukarısı çıplaktır. Bu nedenle çekime gelirken iki parça elbise giyilmesi önerilir. Bu sayede çekim sırasında belden üstü kolaylıkla çıkartılabilir. Filmi etkileyebileceğinden, koltuk altlarına deodorant, talk pudrası, losyon gibi şeyler sürülmemelidir. 

MEMEDE BİR KİTLE TESPİT EDİLDİĞİNDE NE YAPILMALI? 
Memede bir kitle tespit edilince bunun kanser mi, yoksa başka bir hastalık mı olduğu araştırılmalıdır. Şunu önemle vurgulamak gerekir ki, memede saptanan her kitle kanser değildir. Bu nedenle, memede şüpheli bir kitle saptanınca, hemen korkup telaşlanmaya ve paniğe kapılmaya gerek yoktur. Memede bir kitle saptandığında, bir hekime başvurarak daha ileri tetkiklerin yapılması gereklidir. 

MEME KANSERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR ? 
Son yıllarda meme kanseri tedavisinde oldukça önemli gelişmeler olmuştur. Bir çok tedavi olanakları ortaya çıkmıştır. Bu olanaklar, önemli ölçüde, hastalığın saptandığı safhaya göre değişir. Hastalık ne kadar erken safhada saptanırsa tedavi olanağı ve seçeneği o kadar fazla olmaktadır. 
Meme kanseri tedavisi, günümüzde, uzmanlardan oluşan ekiplerce yapılmaktadır. Böyle bir ekip içinde cerrah, onkolog, radyasyon onkoloğu, radyolog, patolog, psikolog, plastik cerrah, fizyoterapist gibi, tıbbın değişik dallarından bir araya gelmiş ve özellikle çalışma alanları meme kanseri üzerinde yoğunlaşmış hekimler bulunur. 

MEME AMELİYATLARI NELERDİR ? 
Günümüzde meme kanserinin tedavisinde, cerrahi girişimin birkaç farklı uygulaması vardır. Bu uygulamalar temel olarak, memenin alınmadan korunmasına yönelik olanlar ve memenin tümünün çıkartılmasına yönelik olanlar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlara ek olarak da, alınan memenin yerine, plastik cerrahi teknikler ile yeniden meme rekonstrüksiyonu yapılması ameliyatları vardır 

KEMOTERAPİ NEDİR ? 
Kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir. 
Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir. Bu tedaviye adjuan kemoterapi denir. 

HORMON TEDAVİSİ NEDİR ? 
Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaç, tamoxifendir. Tamoxifen tedavisi, genellikle en az iki yıl ve en fazla beş yıl sürmektedir. 

IŞIN TEDAVİSİ (RADYOTERAPİ) NEDİR? 
Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Bu tedavinin de, diğer tedaviler gibi bazı yan etkileri vardır. Bu tedaviyi gören kadınların çoğu halsizlikten yakınırlar. Memede şişme ve ağırlık hissi ortaya çıkabilir. Bu yan etki yaklaşık bir yılda kendiliğinden kaybolur. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Bu da yaklaşık bir yıl içinde azalır. 

ERKEKLERDE DE MEME KANSERİ GÖRÜLÜR MÜ ? 
Kadınlara kıyasla daha az görülmekle birlikte, erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Her 100 meme kanserinden birisi erkeklerde görülür. 1993-1997 yılları arasında, erkeklerde görülen meme kanseri oranı % 50 artış göstermiştir. Bu nedenle erkeklerin de bu konuda duyarlı olmaları gereklidir. 

DÜNYADA MEME KANSERİ GÖRÜLME SIKLIĞI NEDİR? 
Meme kanseri bir çok ülkede, kadınların en korkulu sağlık sorunu olma özelliğini taşımaktadır. Günümüzde ABD’ de, sekiz kadından birisi meme kanserine yakalanmaktadır. Bu oran Avrupa ülkelerinde on kadında birdir. Meme kanseri ile ilgili sayıları şu şekilde sıralayabiliriz; 
1950-1970 yılları arasında ABD’ de, 1milyon kadın meme kanseri nedeni ile hayatını kaybetti. Bu sayı ABD’nin 2. Dünya savaşı, Kore ve Vietnam savaşlarında kaybettiği insan sayısından fazladır. 1998 yılında Avrupa’da 1 milyon kadın, meme kanserin nedeni ile tedavi görmektedir. 2000 yılında dünyada 1 milyon kadına, yeni meme kanseri tanısı konacaktır. Dünyada her 11 dakikada 1 kadın, meme kanseri nedeni ile hayatını kaybediyor. Dünyada her 3 dakikada 1 kadına, yeni meme kanseri tanısı konuyor. 

TÜRKİYEDE MEME KANSERİ GÖRÜLME SIKLIĞI NEDİR? 
Türkiye’ de sağlıklı bir istatistik bulunmuyor. Gerek beslenme, gerekse iklim açısından, ülkemiz şartlarına yakın sayabileceğimiz bir Akdeniz ülkesi olan İtalya istatistiklerini ülkemize uyguladığımızda, Türkiye’ de her yıl 30 bin kadın meme kanserine yakalanmaktadır. 
Sayılar soyut kavramlar oldukları için fazla bir anlam taşımayabilir. Fakat bir an durup düşünürsek, yakın çevremizde, akraba ve dostlarımız arasında, bu sorun ile karşılaşmış birkaç tanıdığımızı, mutlaka anımsayacağız. Sorunun hiç de sandığımız kadar bizden uzak olmadığını, güç de olsa kabul etmeliyiz. 

DÜNYADA MEME KANSERİ ARTIŞ GÖSTERİYOR MU? 
Hastalığın diğer bir özelliği de, görülme sıklığının artıyor olmasıdır. Kırk yıl önce 1960 yıllarında, ABD’ de yirmi kadından birisinde meme kanseri görülürken, günümüzde sekiz kadından birisinde meme kanseri görülmektedir. Hastalığın gösterdiği bu artış, tüm gelişmiş batı ülkelerinde izlenmektedir. Meme kanseri görülme oranı artış göstermekle birlikte, teknolojik gelişme ve erken tanı olanaklarının artmasına bağlı olarak, meme kanseri ölüm oranı aynı kalmıştır, artmamıştır. 

MEME KANSERİNDEN ÖLÜM ORANI YÜKSELİYOR MU? 
Batı ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin çalışmaları ve hükümetlerin sağlık politikaları sonucu, meme kanseri ile ilgili toplum bilinci oldukça yüksek seviyede gelişmiştir. Bunun sonucu erken tanı olanakları yaygın olarak kullanıldığı için, meme kanserine bağlı ölüm oranı düşük kalmaktadır. 
Türkiye’ de ise, bu konudaki toplum bilinci yeterince gelişmemiştir. Erken tanı olanakları yetersizdir. Bu olumsuzlukların sonucu, Türk kadını meme kanseri konusunda çağdaş erken tanı olanaklarından mahrum olduğu için, tanı çok geç konulmaktadır. Hastaların büyük bir çoğunda, ilk tanı sırasında çok geç kalındığı için,uygulanacak tedavi seçenekleri fazla olmamaktadır. 

MEME KANSERİ TOPLU TARAMASI NASIL YAPILIR ? 
Mamografi, memenin rontgen filminin çekilerek, kanserin erken dönemde saptanmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yöntem ile, toplumda belirli bir yaşın üstündeki tüm kadınların meme filmi çekilerek, meme kanseri erken safhada yakalanmaya çalışılır. Bu şekilde toplumda meme kanseri taramasının yapılabildiği mamografiye, tarama mamografisi denir. 
Tarama mamografisi, dünyada en yaygın kullanılan meme kanseri erken tanı yöntemidir. Amerikan Kanser Enstitüsü, 40 yaş üzerindeki her kadının, yılda bir defa mamografi çektirmesini ve uzman bir hekim tarafından muayene edilmesini önermektedir. Türkiye’de gelişmiş teknolojik donanımlı mamografi merkezlerinin sayısı sınırlıdır. Bu aygıtların kalibrasyonu düzenli olarak yapılmamaktadır. Filmi çeken teknisyenlerin eğitim düzeyleri yeterli değildir. Bu filmi okuyup değerlendiren bir radyoloji uzmanın deneyimli olabilmesi için, yılda en az 8 bin mamografi filmini değerlendiriyor olması gereklidir. Türkiye’de tüm bu özellikleri taşıyan tanı merkezi sayısı oldukça azdır. 

MEME KANSERİ TEDAVİSİNİ KİM YAPAR? 
Meme kanserinin tedavisi, günümüzde multidisipliner bir yaklaşım gerektirmektedir. Hastanın ilk ameliyatını yapan cerrah, ilaç tedavisini uygulayan onkolog, ışın tedavisini uygulayan radyasyon onkoloğu, teshisin konulmasında kilit rol alan patolog ve plastik cerrah mutlaka bir ekip çalışması içinde birlikte hastayı ele almalı ve hastanın tedavisini birlikte planlamalıdır. Bu hekimler meme kanseri konusunda yeterince bilgili ve uzmanlaşmış olmalıdır. Alınan memenin yerine, rekonstrüksiyon yapılarak hastaların bedensel kayıplarının en aza indirilmesi, çağdaş meme kanseri tedavisinin ayrılmaz parçasıdır. Bu nedenle plastik ve rekonstrüktif cerrahi, bu ekip içinde yerini almalıdır. Ameliyat sonrası erken dönemde kol ve omuz hareketlerinin kazanılmasında, geç dönemde kolun şişmesi şeklinde seyreden lenfödem tedavisinin yapılmasında, fizik tedavi ve rehabilitasyonun önemi çok büyüktür. Meme kanseri sadece hastayı değil, çevresindeki insanları da psikolojik olarak önemli ölçüde etkileyen bir sosyal bir sorundur. Böyle bir ekip içinde psikolojik desteği sağlayan psikoloğun bulunması, mutlaka gereklidir. Hastaların hemen tümü büyük bir bilgi açlığı içindedir. Özellikle beslenme konusunda kendileri yeterince bilgilendirilmemektedir. Ekip içinde bulunan bir diyet ve beslenme uzmanı, bu açığı kapatacaktır. Bu ekiplerin birlikte çalıştığı meme poliklinikleri, gelişmiş ülkelerin çoğunda vardır. Yapılan bilimsel araştırmalar, meme kanseri hastalarının, bu konuda uzmanlaşmış kliniklerde tedavi görmeleri ile, çok daha başarılı sonuçların alındığını göstermiştir. 

MEME PROTEZİ NEDİR? 
Meme ameliyatı olmuş ve plastik rekonstrüksiyon yapılmamış kadınlar, beden görümlerini korumak amacı ile protez meme kullanmaktadır. Batı ülkelerinde bu konuda eğitimli protez hemşireleri, hastanın ölçülerini almakta ve uygun protezin seçimine yardımcı olmaktadır. Bu hizmet, eğitim ve deneyim gerektirmektedir. Ülkemizde bu protezlerin satışı, sıradan satış elemanlarınca yapılmakta ve ülke alım gücünün çok üzerinde ücret istenmektedir. Uygun bir organizasyonla, bu sorun çözülebilir ve ücret üçte bire düşürülebilir. Bu sayede hizmet toplumun tüm kesimlerine yayılabilir. 

FINDIĞIN BİLİNMEYEN YARARLARI ...



   
Fındık doymamış yağ içeren diğer gıdalar gibi oldukça ucuz ve bulması kolay bir besin.. Eğer kalp hastalıkları riski taşıyorsanız veya hastasıysanız hafif yemeklerin yanı sıra doktorunuzun tavsiye ettiği miktarda fındık yiyebilirsiniz. İşte soru ve cevaplarla fındığın diğer yararları..

Fındık yemek kalbe yararlı mıdır?
İnsanlarda kalp sağlığı üzerine yapılan birçok araştırmaya göre, fındıkla beslenmenin kandaki LDL yani kötü kolesterol oranını düşürdüğü belirtiliyor. Yüksek kolesterol kalp hastalıklarına sebep olan rahatsızlıklardan sadece biri, yani Fındık LDL kolesterolünü düşürme özelliğine sahip ve oldukça yararlı bir gıda.. Fındık aynı zamanda kalp ve damar sağlığına da faydalı.. Fındık yemenin kesin olarak kalbe yararlı olduğunu söylenebilmesi için, bu alanda araştırmalara devam ediliyor.

Fındığın kalbe faydalı olduğunun düşünülme nedeni nedir?
Çok kesin veriler olmasa da fındığın kalbe faydalı olma nedeninin doymamış yağ olması olarak belirtiliyor. Doymamış yağların kötü kolesterolü düşürdüğü belirtiliyor. Ayrıca, fındık Omega 3 yağ asidi bakımından da zengindir. Tansiyon, kalp krizlerini önlemesi ve damarları kuvvetlendirmesi de diğer yararlarındandır. Omega 3 balıkta da bulunur ancak bitkilerden en iyi omega 3 kaynakları fındık ve ceviz, badem gibi besinlerdir. Fındık ayrıca E vitamini bakımından da zengin...

Ne tür çerez yediğiniz önemli mi?
Fındık, fıstık, ceviz, badem türü çerezlerin hepsi kalp sağlığına yararlı olsa da farklı başkaca faydaları da vardır. Eğer fındık çikolatalı, tuzlu veya şekerli k kalbiniz için yememeye özen göstermelisiniz. 

Fındığın ne kadarı sağlıklıdır?
Fındık ve diğer çerezler çok yağ içerir. Hemen hemen % 80'i yağdır. Bu sağlıklı yağ olsa bile kalori içerir. İdeal olanı, fındığı doymamış yağ yerine koymanız ve bir avuçtan fazla yememeniz.. Diyet uzmanları kalp hastalıklarıyla ilgili sıkıntıları olanların, her gün avuçiçi kadar (5-10 gr) fındık yenilmesini öneriyor. Diğer doymamış yağ içeren et ve süt 
ürünlerinden de aynı şekilde tüketebilirsiniz. 

Fındığın diğer yararları nelerdir?
Fındık, kalbi güçlendiren ve bazı kanser türlerinden hücreleri koruyan E vitamini içerir. E vitaminin katarakt oluşumunu engellediği de varsayımlar arasında.. Fındık aynı zamanda lif de içerir ve yüksek lifili beslenme kalp 
hastalıkları, diyabet ve kolon kanserinden korur.

Fındık yağları sağlıklı mıdır? 
Fındık Omega 3 ve E vitamini kaynağıdır.. Cevizde Omega-3 çok daha fazladır.. Fındık doymuş yağ kadar doymamış yağ da içerir. Fındık yağları ile yemek yapabilir, salatanıza ekleyebilirsiniz. Yemeklerde kullanırken zeytinyağı, ayçiçek yağı gibi yağlardan daha az ısıtmanız gerektiğini unutmayın.. Fazla ateşte kalan ve ısınan fındık yağıu acı bir tat alır..

EVLERİMİZDEKİ SİNEKLER KIŞIN NEREYE GİDİYOR ?

Sineklerin her türlü kışın ortadan kaybolur.Havaların ısınmasıyla birlikte ansızın ortaya çıkarlar.sinekler ısıya karşı çok hassastır.Güneş bulutun arkasına girdiğ zaman oluşan ısı düşmesinden etkilenirler.Kış günlerinde yaşama şansları yoktur.Ölmeden önce yumurtalarını yoprağa veya kuytuya gömerler.Lavra ve yumurtaları soğuktan etkilenmez.Yaz sıcakları başlayuınca yumurtalar çatlar ve yine sinekli günler başlar.

5 Eylül 2013 Perşembe

AKNEYİ (SİVİLCE) HAYATINIZDAN ÇIKARTIN !


   AKNE HAKKINDA MERAK EDİLENLER ;

   Genel olarak 'Sivilce'adıyla bildiğimiz akne,en sık rastlanan cilt problemidir.Her 100 yetişkinin 85'ini hayatının bir döneminde görülebilir.
   Akne derimizde bulunan yağ bezlerinin bir hastalığıdır.Normalde bu bezlerin salgıladığı yağın deri yüzeyine çıkarak artılması gerekir,ancak ergenlik döneminde yağ bezi daha fazla yağ salgılar ve bu yağın deri yüzeyine geçişini sağlayan kanal yoğunlaşmış bir yağ kitlesi  nedeniyle tıkanır.Aknenin temen nedeni bu tıkanmadır.Bu  tıkaç doğal nedenlerle (kirden değil!) siyahlaşır ve cildimizde zaman zaman gördüğümüz,sıkmaya çalıştığımız siyah noktalar (komedon) oluşur.
  Ancak tek neden bu değildir.Derimizde,ne kadar temizlesek 'de birçok bakteri bulunur.Bu bakteriler,yağ bezlerinin tıkalı olan  kanallarından birtakım kimyasal maddeler nedeniyle tıkanmış olan yağ bezinde bir iltihaba (enflamasyon) yol açar.

AKNE KİMDE VE NEDEN OLUŞUR ?

  12-17 yaş grubundaki hemen hemen herkes, ırktan ve etnik özelliklerden bağımsız olarak akne problemi yaşayabilir.Bu kişilerin çoğu ,basit tedavilerle akne probleminden kurtulabilirken,daha ciddi durumdakiler uzun süreli tedavi görmelidir.Ergenlik dönemindeki gençlerin neredeyse %40 'ı akne sorunları için bir dermatolog  yardımına ihtiyaç duyucak kadar ciddi sorunlar yaşamaktadır.
   Akne lezyonları en çok yüzde oluşur,ama  aynı zamanda boyun çene,sırt,omuz,kafa derisi,kollar ve bacakların üst kısmında da görülebilir.Ergenlik döneminde görülen aknelerin sebebi,kişilerin çocukluktan gençliğe geçiş döneminde yaşadıkları değişikliklerdir.Fiziksel olgunluğu  sağlayan hormonlar,yağ bezlerinin daha çok sebum üretmesine de neden olur.
   Yağ bezleri üzerinde en çok etkili olan hormon androjen hormunudur.Erkeklik hormonu  olan androjen,hormonudur.Erkeklik  hormonu olan androjen,kadınlarda da bir miktar bulunur.Yağ bezleri,kılın büyüdüğü kıl foliküllerinde bulunur.Ergenlik döneminde folikülün etrafında bulunan hücreler daha çok dökülür ve birbirine yapışır.dökülen hücreler sebumla karışıp birbirine yapıştığında,folikülün ağız kısmını tıkamaktadır.Bu esnada yağ bezleri sebum üretmeye devam etmekde ve loliküller sebumla dolmaktadır.Buna ek olarak,ciltte yaşayan bir bakteri olan Propionibacterium acnes,kapalı kıl foliküllerinde daha kolay ve hızlı bir şekilde çoğalmaya başlar.Bu bakteri,ciltte enflamasyona neden olan tahriş yaratır ve bazen folikülün duvarı patlayarak enfeksiyon cilde yayılır.Lezyonların siyah noktalardan sivilcelere,onların da nodüllere dönüllere dönüşmesi işte bu şekilde almaktadır.

AKNE İZLERİ;

- Aknede iz oluşumu,derin kistlerin ve şiddetli enfeksiyonların olduğu vakalarda saptanmaktadır.
- Aknede oluşabilecek izin derecesini önceden saptamak mümkün olmamasına rağmen,erken ve etkili tedavinin iz oluşumunu önlediği bilinmektedir.
- Akne izleri,şiddetli aknede vücudun tüm bölümlerinde olabilirsede,göğüs ve sırtta daha belirgindir.
- Akneler sıkılmadığı takdirde iz oluşturma ihtimali büyük ölçüde düşer.

AKNE NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

 Akne,ister hafif ister ciddi olsun dematoloğun yardımıyla kontrollü ve güvenli biçimde tedavi edilebilir.Ancak farklı türde ve farklı ciddiyet derecesindeki akneler için değişik tedavi seçenekleri vardır.
 Dermotoloğun önerilerine uyulması,tedavinin bilinçli bir şekilde ve aksatmadan sürdürülmesi önemlidir.

AKNE İLE İLGİLİ GERÇEKLER:

-Akne lezyonları daha çok yüzde görülür, ama aynı zamanda boyun, omuz,göğüs,kafa derisi,kalca,kol ve bacaklarda da görülebilir.
-Akne oluştuktan sonra yüzeyde kalan kırmızı leke,bazen ciltte 4-6 ay boyunca görülebilir.Sıcakta ya da egzersiz sonrasında bu iz daha da belirgin bir hale gelebilir.
-Akne tedavisi haftalar ya da aylar sürelebilir.
-Sadace bölgesel tedavi işe yaramaz.Yüzün ve aknelerin yayıldığı bölgenin tümü düzenli olarak tedavi edilmelidir.Böylece,yani aknelerin oluşması önleyebilir.
-Akne geçici bir problem değildir,ancak tedavi edilebilir bir durumdur.Ne kadar kısa süre içinde tedaviye başlanırsa,o kadar kısa zamanda iyileşme görülür.
-Akneler bir gecede iyileşmez,cilden tamamen düzelmesi için zaman gerekmektedir.
-Akne hemen her zaman kozmetik bir hastalıktır.Genel fizeksel sağlığa zarar veren bir durum değildir.
-Akneler ciltte kalıcı izler bırakabilir ve bu da kişinin ruhsal durumunu olumsuz etkileyebilir.Akne hastalarının mutlaka bir dermatolog gözetiminde tedavi olmaları gerekmektedir.
-Bugün geliştirilen pek çok ürün ve ilaç sayesinde çocuğunuzun uzun süreli akne problemi yaşamasına ve kalıcı izlerse sahip olmasına gerek yoktur.
-Erkekler uzun süreli ve daha çok sayıda akne oluşmasına eğimlidirler.
-yapısal özellikler ve hormonal değişiklikler aknein en önemli nedenleridir.

AKNE TEDAVİSİ GERÇEKTEN ÖNEMLİ MİDİR ?

 Kesinlikle çok önemlidir.Tedavideki birinci amaç iyileşmekte olan kist nodüllerin skar (yara izi) oluşturmasını engellemektir.Skar oluştuktan sonra cildi pürüzsüz bir hale getirmek oldukça zordur.İkinci önemli hedef,akneli kişinin akneli olarak geçirdiği süreyi kısaltmaktır.
  Üçüncü hedef ise,aknenin neden olduğu hoş olmayan görüntüden dolayı bireylerin kendilerini aile ve arkdaş çevresi gibi sosyal ortamlarda izole edilmiş hissetmelerini engellemek ve bu durumun yol açabileceği psikolojik sorunları ortadan kaldırmaktır.

AKNETRENT NEDİR ?

 Aknetrent izotretinoin içeren retinoid türevi bir ilaçtır.Retinoidler kimyasal yapıları ve etkileri ile A vitaminine benzer özellikler gösterir.

AKNETRENT ETKİSİNİ NASIL GÖSTERİR ?

- Aknetrent yağ bezlerinin büyüklüğünü ve yağ üretimini azaltır.
- Siyah ve beyaz nokta olarak tanımladığımız mikrokomedon ve komedon gelişimini önler.
- Bir antibiyotik olmamasına rağmen akneye neden olan p.acnes çoğalmasını dolaylı olarak engeller.
- Doğrudan antienflamatuvar aktivite gösterir.
   Aknetrent gösterdiği bu dört etki ile 4-6 aylık bir tedavi sonunda pek cok kişide akne lezyonlarında iyileşme sağlar.Hastaların büyük çoğunluğu,tek kür tedavi sonunda bir daha akne şikayeti yaşamamaktadır.

HASTA ONAY FORMU NEDİR VE NİÇİN GEREKLİDİR ?

 Oral yolla alınan izotretinoinin etkinliği oldukça yüksektir ve yalnızca dermatologlar tarafından reçete edilmektedir.Bunun nedeni, retinoidlerin teratojenik etki,herhangi bir ilacın veya ürünün hamile bir hasta tarafından kullanılması sonrasında o hamilelikten doğan bebeğin belirgin bir şekilde zarar görmesi demektir.Bu zarar,gelişme geriliği ya da sakatlık şeklinde olabilmektedir.
 Hasta onay formu,hem hekimin hastaya tam olarak bilgilendirmesini,hem de hastanın kendisine verilen tedavi hakkında yapılan açıklamaları tam olarak anladığını güvence altına almak amacıyla geliştirilmiş olan uygulamadır.Uygulama hem doktor hem de hastanın  yararına yönelik ve esas olarak ürünün teratojenik etkisini,ortaya çıkmadan kontrol altına alabilmek adına yapılmaktadır.Birçok ülkede uygulanan bu güvenlik sisteminin denetimülkemizde saglık bakanlığı tarafından yapılmaktadır.

TERATOJENİK ETKİ KİMLERİ ETKİLER ?

 Teratojenik etki,ilacı sadace hamilelik döneminde kullanan anneden doğacak bebek üzerinde gözlenir.Bu riski yaşamamak adına,doğuma potansiyeline sahip olan kadınların tedavisi sırasında ve tedaviden sonraki 1 ay boyunca gebeliğe önleyici tebdirler alması ve hamile kalmaktan sakınması gerekmektedir.Bu sürenin bitiminde,isteyen her anne adayı hamile kalabilir ve sağlıklı bebekler dünyaya getirebilir.

TERATOJENİK ETKİ ERKEKLERİ 'de ETKİLER Mİ ?

 Teratojenik etki erkekleri etkilemez.

AKNETRENT KISIRLIĞA YOL AÇAR MI ?

 Aknetrent kullanımı,ne kadın ne de erkek hastada kısırlığa yol açmaz.

AKNETRENT KİMLERDE KULLANILMAZ ?

 Hamileler ve hamile kalma potansiyeli olan kadınlarda doğum kontrolü uygulanmayacaksa Aknetrent kullanılmamalıdır.Aknetrent, bundan başka karaciğer ve böbrek yetmezliği olan hastalarda,kan yağları aşırı yüksek olan hastalarda,etkin madde veya benzer maddelere  aşırı duyarlılığı olduğu bilinen kişilerde ve A vitamini hipervitaminozu görülen hastalarda kullanılmamalıdır.

AKNETRENT İLE TEDAVİ NE KADAR SÜRER ?

 Aknetrent ile 4-6 aylık bir sürede akne tedavisi gerçekleşir.Ancak gerekirse doktor tedaviyi uzatabilir.

AKNETRENT İLE TEDAVİ DOZU NEDİR ?

 Aknetrent ile tedavi dozu hastanın kilosuna 0.5-1 mg\kg\gün aralığında belirlenir.

Örneğin 60 kg'lık bir hasta için  günlük doz 30-60 mg arasındadır. Aknenin tekrarlanmaması için hastanın kilogram başına 120-150 mg/kg toplam dozu almış olması gerekmektedir. Yani örneğimizdeki 60 kg'lık hastanın tedavi sonunda 7200-9000 mg arasında toplam dozu almış olması gerekmektedir. 

AKNETRENT TEDAVİSİ OLAN HASTALARDA HANGİ LABORATUVAR DEĞERLERİNE BAKILMALIDIR?

 Aknetrent tedavisi uygulanan doğurganlık yaşındaki hastalarda, doğum kontrolü uygulansa bile tedavi boyunca tedaviden 1 ay sonra gebelik testi yapılarak hamile olmadığından emin olunmalıdır.

 Aknetrent kullanan tüm hastalarda tedavi başlangıcında ve tedavinin 1. ve 3. ayında kan yağları ve karacığer enzimleri ölçülmelidir. Ölçümler doktorun öngördüğü farklı tarihlerde de yapılabilir.Tedavi sırasında kan yağlarında ve karaciğer enzimlerinde nadiren de olsa yükselmeler görülebileceğinden düzenli takibi önemlidir.

29 Ağustos 2013 Perşembe

DÜNYANIN EN ÇOK SÖYLENEN ŞARKISI HANGİSİDİR ?

Bu şarkı "Happy birthday to you"dur.Şarkının asıl kaynağı Amerika'lı iki kız kardeşe aittir.Orjinal adı "Good Morning to All" yani hepinize günaydındır.Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün dünyaya yayılmıştır.Fakat teklif hakkı kardeşlere aittir,onlardan sonra da warner/chappel müzik şirketine geçmiştir.Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.

NİŞAN ŞAKASININ KÖKENİ NEDİR ?

1564 yılında Fransa kralı IX Charles,yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı.Daha önce Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi.O zamanki iletişim şartlarında IX Charles'in bu kararı fazla yayılamadı.Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler.1 Nisan'da partiler düzenlediler.Diğerleri ise  onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler.1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler.Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler,yapılmayacak partilere davet ettiler,gerçek olmayan haberler ürettiler.Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca,Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler.Oradan bütün dünyaya yayıldı.

27 Ağustos 2013 Salı

BİR HAFTA NİÇİN 7 GÜNDÜR ?

Babiller 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyordu.ilk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısının 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu.Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısısnın 7 oluşu,müzik notalarının 7oluşu sayının önemini daha çok belirtti.Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısısnı 10 yaptı ama kabul görmedi.rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti,o da tutunamadı.sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.

İNSANLAR SAATLERİNİ NİÇİN SOL KOLUNA TAKARLAR ?

Özel bir durum veya farklı olma düşüncesi yoksa insanların çoğu satlerini sol kola takar.Çünkü çoğunluk sağ elini kullanmaktadır ve bu kolun daha hareketli olması nedeniyle saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığı yüksektir.Zaten saatin kurma düğmesi 3 rakamın yanındadır.İnsanlar saati kurmak istedikleri zaman onu bilekten çıkarmadan sağ elle uzattıkları sol kollarındaki saati kurabilirler.

KUMAŞLAR YIKANDIKTAN SONRA NİÇİN ÇEKER ?

Aslında kumaş ıslanınca lifler şiştiğinden kumaşın az biraz uzaması gerekmektedir.Ama bükümlerin açılarındaki deformasyonun yarattığı çekme kuvveti daha fazla olduğundan sonuçta kumaş boydan kısalır.Kumaş yıkandıktan sonra kurutulduğunda şişmiş lifler eski durumlarına gelirler.Ama kumaş ilk ölçülerine dönmez.Su,yüksek ısı,çalkalama,sabun hepsi kumaşın çekmesini kolaylaştırır.Kumaş birkaç kez yıkandıktan sonra ölçüleri belli bir dengeye ulaşır veondan sonra yıkandığında çekmez.

NİÇİN OTELLERİN KAPILARI DÖNER KAPIDIR ?

Döner kapıların tek amacı enerji tasarrufudur.Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır.Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer.Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır.Özellikle çok kişinin  girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır.Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına,soğuk havanın da içeri girmesini engeller.

NİÇİN GÖZYAŞI DÖKERİZ ?

Dünyadaki canlılardan sadece insan ruhsal nedenlerle ağlar.İnsanı farklı kılan bu durum şüphesiz yaşam tarihindeki evrimin bir sonucudur.Aslında gözlerimize sürekli gözyaşı koruma amaçlı olarak salgılanmaktadır.Fakat ağlama ruhsal bir boşalmadır.Bu konuyu ilk inceleyen Darwin'dir.Daha sonra yapılan deneyler sonucu görüldü ki soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapıları farklıdır.Ruhsal gözyaşları daha çok pretein içermektedir.Fakat henüz bu farkın nedeni açıklanamamıştır.

ÜÇ YAŞINDAN DAHA ÖNCE OLANLARI NİÇİN HATIRLAMIYORUZ ?

  Bilim adamları geçmiş deneyimlerimizi saklayan hafızamızın beynimizde anı veya öykü şeklinde organize olduğunu ileri sürüyorlar.üç yaşından küçükler bu şekilde iletişim kurma yeteneğine sahip değiller.Öykü ve anılarını anlatamıyorlar.Yer ve karakter kavramlarını anlamıyorlar.Üç yaşından küçükler düzgün konuşabildikleri,anlayış,seziş ve hafıza yeteneklerine sahip oldukları halde tüm olanları bir bütün olarak şekillendiremiyor,öyküye dönüştüremiyorlar.Hafızamız ne yaptığını,ne anladığını 3-4 yaşlarında kaydetmeye başlıyor.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

MEZARA NİÇİN ÇİÇEK KONULUR ?

İlk olarak  Mısır  Firavunu  Tutamkamon'nun milattan  önce 1346'da öldüğünde mezarının çiçekten tacçlarla kaplandığı saptanmıştır.Kuzey Avrupada  ise M.Ö 2000 yıllarda  kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir.O zamanlarda  bu  çiçeklerin  amacı iyi  ruhları  çekme,kötü ruhları kovma amacıylaydı.Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etme amacını taşır.Servi ağacı  da bu nedenle mezarlıklarda kullanılır.Ağacın yaprakları rüzgarı önler,kendine özgü ferah kokusu vardır.Cenaze törenlerinde  siyah giyinmenin amacı  da mezarlıklarda hayalletlerden sakınmak  amacı taşınmaktadır.

YUMURTANIN NİÇİN BİR TARAFI YUVARLAK,DİĞER TARAFI SİVRİDİR ?

Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf  olurdu.En dayanaklı geometrik  şekil küredir  ama bu şekilde yumurta yuvarlanacak  olursa  nerede duracağı belli olmaz.Yumurta yuvarlanınca  düz gitmez.İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer.Başladığı  yere yakın bir noktada durur.yani düz biyerde kaybolması olanaksızdır.Yumurta ,tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir.İlerlemesi sırasında arkada  kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar.Yumartanın şeklinin nedeni de budur.Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları  küresel biçimdedir.
 
TAVUK YUMURTASI

ÜNLÜ MİMARLARIMIZDAN MİMAR SİNAN^ın BİYOGRAFİSİ

Mimar Sinan, 1490’da, Kayseri'nin Ağırnas köyünde dünyaya geldi.
22 yaşında, Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığı sırasında başlatılan veRumeli'de olduğu gibi Anadolu'dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama nedeniyle İstanbul'a gelişinin ardından, orduya asker yetiştirenAcemi Oğlanlar Ocağı'na giren ve dülgerliği öğrenen Sinan, burada, yapı işlerinde de görev alırken, çağın önde gelen mimarlarının yanında çalışma fırsatını da elde etti.
1514'te Çaldıran Savaşı ve 1516 – 1520 arasında yapılan Mısırseferlerinden sonra, İstanbul'a dönüşünün ardından Yeniçeri Ocağı'na alınan Sinan, Kanuni döneminde, 1521'de katıldığı Belgrad1522'deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi.
1526 yılında, yayabaşı olarak çıktığı Mohaç seferinden sonra, cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529'da Viyana, 1529 - 1532arasında Almanya, 1532-1535 arasında da Irak’a düzenlenen, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı.
Son Bağdat seferinde, Van Gölü'nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması, Sinan’a haseki ünvanını getirdi.
1536'da Pulya seferlerinin ardından çıkılan, 1538 yılındaki Moldova seferinde, Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekerek, Yüksek Dergah Mimarları Başkanı olan ve 1539’da, Mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine Saray Başmimarı olan Sinan, ölümüne kadar, güncel devlet sisteminde bayındırlık bakanlığı adını almış bu görevi sürdürdü.
Daha sonra ordunun yapı ihtiyacını karşılamaya yönelik kollarda çeşitli görevler üstlenen ve bu çalışmalarıyla öne çıkan Sinan, katıldığı yapım ve onarım çalışmalarıyla ve orduyla birlikte sefere gittiği yerlerde gözlemlediği farklı mimari yapılarla kendini eğitti.
Osmanlı'nın en güçlü çağında yaşayan ve Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat olmak üzere, üç padişah döneminde mimarbaşılık eden Mimar Sinan, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında en büyük rolün sahibiydi.
Elli yıla yakın süreyi kapsayan, Osmanlı Devleti’nde yaptığı mimarlık görevi boyunca, yapılarında gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle, zirveye taşıdığı Osmanlı - Türk mimarlığının bireşim sürecini tamamlayarak, arayış aşamasından, klasik döneme geçiren ve hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde oldu. Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı - Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkaran Mimar Sinan, birçoğu İstanbul’da olan, 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret ve 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam ve kaydı olmayanlarla beraber, üç yüz elliyi aşkın yapının baş mimarlığını üstlendi.
Yeniçeri ordusunda bir asker olarak değil, istihkâm işlerinin idare ve tasarımından sorumlu olarak görev yapan Mimar Sinan’ın ilk yapıtı, 1536 – 1537 arasında yaptığı, Halep’teki Hüsreviye Camisi’dir. İstanbul’daki ilk yapıtı 1539’da inşa edilen Haseki Külliyesi olan Sinan’ın, mimarbaşı olduktan sonraki ilk büyük ve önemli yapıtı ise, 1543 – 1548 seneleri arasında yapılan, kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak tanımladığı dönemde yaptığı, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin desteklediği bir kubbe ile örtülü olan, içerde daha aydınlık bir mekan yaratmanın amaçlandığı ve dış görünümün kitlesel etkisi azaltılan, İstanbul’daki Şehzade Mehmed Camisi’dir.
Daha Sonra yaptığı, Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'nde, yarım kubbelerin sayısı üçe indirilerek daha rahat bir iç mekan elde etmeyi deneyen Sinan’ın, kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı, Osmanlı - Türk mimarlığının en önemli yapılarından biri olanSüleymaniye Camisi ve Külliyesi'nin yapımında, İstanbul'daki Bayezid Camisi'nde kullanılan taşıyıcı sistem tekrarlanarak, dört ayak üstüne oturan kubbe, mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklenmiştir.
Süleymaniye, Ayasofya ile ortaya çıkan strüktür sorununun, Sinan tarafından ikinci kez ele alınışıdır. Darülkurrası, darüşşifası, hamamı, imareti, altı medresesi, dükkânları ve Kanunî Süleyman ile Hürrem Sultan'ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir düzenleme ve Türkler'in dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı içeriği katmalarının en önemli örneği kabul edilen Süleymaniye’de, kubbe ve yarım kubbeler, yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler. Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu ve İstanbul'un Haliç'e bakan tepelerinden birinde yer alan bu yapı, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alındı ve yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirilerek, Sinan'ın mimarlığının yanı sıra, organizasyon ve örgütlemedeki becerisini de açığa çıkardı.
Sinan, ustalık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği, Klasik dönem Osmanlı-Türk mimarlık bireşiminin dilini ortaya koyan, kurallarını belirleyen çok önemli bir başyapıt olan Selimiye Camisi’nde, İstanbul'daki Rüstem Paşa Camisi'nde çözmeye kubbeyi sekizgen bir plan üstüne oturtma sorunu tekrar ele alarak uyguladı. 31 metreyi geçen çapıyla, en büyük kubbesini inşa eden Sinan’ın, külliye'nin öteki yapılarını camiye göre arka planda tuttuğu Selimiye, strüktür mekân oluşumu, oranları ve süslemeleriyle Osmanlı’nın en önemli mimari yapılarının başında gelir.
1557’de tamamladığı ve kendisine “Koca” ünvanını getiren, Süleymaniye Camisi, Mimar Sinan’ın başyapıtıdır.
Sultan III. Murad döneminde Mekke’nin onarımı için Hicaz’a gönderilen Sinan, 1573’te tamamladığı, Kasımpaşa’daki Kaptanıderya Piyale Paşa Camisi’nde eski ulucamilerin planına dönüş yaparak, kuruluş döneminin özellikleriyle, uzun mimarlık hayatı süresince edindiği deneyimlerin sentezini uyguladı.
Birçok eski yapının onarımı ve restorasyonunda da görev alan Mimar Sinan, bütün yaşamı boyunca, İstanbul, Edirne, Ankara, Kayseri,ErzurumManisaBoluÇorumLüleburgazKütahyaGebzeBabaeskiÇorluBolvadin, vb. Anadolu kentleriyle, Halep, ŞamSofya,HersekBudin, Rusçuk gibi, imparatorluğun her yanına dağılmış topraklarda suyolları, çeşmeler, camiler, külliyeler, medreseler yaptı. Bu yapıların bazılarının inşasında bizzat kendisi bulunmasa da, öğrencilerini ya da kendine bağlı mimarlar grubunu görevlendirirdi.
Her zaman işleve, taşıyıcı sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak biçimi araştıran Sinan’ın türbeleri, bu denemeci tutumunu öteki işlevlerde de sürdürdüğü düşünce tarzını yansıtır. Sinan'ın yapılarının, yola çıkış noktası geleneksel biçim ve plan şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir biçimde bağlı kalmayan, koşulların gerektirdiği yerlerde yeni biçimlere yönelen ve böylece eski ile yeni arasında bir bağ oluşturabilen Sinan’ın yapıları, mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da öneme sahiptir.
Bu tarzıyla, "ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran, dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı" şeklinde anılan Sinan’ın yapılarının çoğunun, 400 sene sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır.
Mimar Sinan’ın klasik dönem olarak adlandırılan mimarlık anlayışı AyasŞeccaAcem AliKüçük SinanDavut AğaAhmet Ağa,KemalettinYusuf Mehmet AğaSüleyman AğaMuslihittinHüseyin ÇavuşHacı Hasanİbrahim gibi mimarlar tarafından sürdürülmüştür.
İstanbul'un su sorununu çözmekle görevlendirilen Sinan’ın mühendis yanı su yolları ve köprüleri yaparken ortaya çıktı. Bentleri, tünelleri, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla, uzunluğu 50 kilometreyi aşan ve Kırkçeşme adıyla anılan su yapılar inşa eden Sinan, bu yapıların bazılarında zamanın mühendislik bilgilerini de aşan çeşitli tasarımlara imza attı.
Yapım yöntemlerinin, yapı malzemeleri ve yerel - iklimsel koşullarla uyum içinde olduğu Mimar Sinan döneminde, ortaya çıkan biçimler, toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenen simgelere dönüştü ve mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir birleşime götürme yolundaki çalışmaları, yapıya katkıda bulunan öteki sanatları da etkileyerek, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri için yol gösterici oldu.
Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerine kıyasla daha rasyonel ve ölçülü olan, gerçekçiliğe, sade ve net anlatıma dayanan Osmanlı klâsik mimarisi, kendine güvenen, yetenekli ve deneyimli bir mimar olan Sinan'la zirveye çıktı ve 50 yılda oluşan bu tarz, Osmanlı’nın siyasal ve ekonomik gücünün dorukta olduğu dönemi ile aynı zaman diliminde, Mimar Sinan’ın dehasıyla özgün ve üniversal bir ifadeye kavuşarak, hayat buldu.
Hünkâr, paşalar ve özellikle saraya damat olan zengin vezirler tarafından, siyasal gücün aracı olarak kullanılan anıtsal mimari deşteklenmesiyle, Mimar Sinan’a bağlı olan Hassa Mimarları Ocağı, devletten her türlü yardımı görerek, rahat bir ortamda çalışma olanağı buldu ve anıtsal yapılar çok kısa süreler içinde inşa edilebildi.
O dönemin Avrupası’nda, Roma’da inşası 160 yıl süren San Pietro Katedrali ve Londra’da, Sir Christopher Wren tarafından, 40 yılda tamamlanabilen St. Pauls Katedrali göz önünde bulundurulduğunda, Sinan’ın, İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’ni 7, Edirne’deki Selimiye Camisi’ni de 6 yılda tamamlamış olması, 16. Yüzyıl Osmanlı mimarlık ve yapı kurumlarının hızlı ve verimini kanıtlar.
17 Temmuz 1588'de İstanbul'da öldüğünde ardından yüzlerce mimari eser bırakan Mimar Sinan’ın beyaz taşlı, sade bir yapı olan türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.
Mustafa Kemal Atatürk, yapılarının etkisi ölümünden sonra da süren ve her dönemde saygınlığını koruyan Mimar Sinan’ın, bilimsel olarak araştırılmasını ve bir heykelinin yapılmasını istedi.
1982'de, daha sonradan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olmak üzere oluşturulan üniversiteye onun adı verildi.